14 Ekim 2008 Salı

İŞ DÜNYASINDA KADIN: ANGELİNA JOLİE! YAŞASIN!!!

AKP Kadın Kolları iş dünyasında kadının rolünün ele alınacağı uluslararası toplantıya Angelina Jolie'yi de davet etmiş. Kadın Kolları başkanı Fatma Şahin, toplantıya işçi, işveren, dünyada rol modeli olmuş güçlü kadınları bir arada görmek istiyormuş. Angelina Jolie de dünyanın kabul ettiği güçlü bir sanatçıymış, yardımseverliğiyle bütün dünya onu biliyormuş.

Bence de A! K! Partiye bu yakışırdı. AKP her işini uluslararası boyutta değerlendiriyor çünkü.

Kadının iş dünyasına bakmak için elalemin yardımseverine gerek duymak.

Ya sen iş dünyasından, kadından ne anlıyorsun ki, kadının iş dünyasından ne anlayasın?

Gerçi ne anladığını anladık Angelina Jolie'yle.

Dünyayı küresel ekonomik kriz yerden yere vurmuşken bize bir şey olmaz diyorsunuz. Al sana iş dünyasından, ekonomiden ne anladığınız.

Kadınları ikinci sınıf olarak bile görmeyip kara peçelerin, perdelerin arkasına sokmak isteyen bir zihniyeti temsil ediyorsunuz. Al sana kadından ne anladığınız.

Kadının iş dünyasındaki rolünden ne mi anlıyorsunuz?

Çok mu önemli, çok mu merak ediyorsunuz kadını, iş dünyasını.

O zaman gel Anadolu'ya bak.

Tarlada çalışan kadına bak. Çiftçiye vurduğunuz balyozla tarlasında bile çalışamayan kadına bak.

İşverenleri bile işsiz bıraktığınız ekonomi politikası yüzünden evine alnının teriyle iki lokma ekmek parası götürmek isteyen kadının, acımasız işverenler tarafından nasıl taciz edildiğine bak.

Anadolu'ya gelmiyorsan İstanbul'daki ya da nasıl olsa Ankara'dasın oralardaki kayıtlı kayıtsız genelevlerde çalışan, kayıtlı kayıtsız kadınların artış oranlarına bak.

Son çıkardığınız yasayla kadınların emeklilik yaşına bak.

Al sana kadının iş dünyasındaki rolünden ne anladığınız.

Angelina Jolie rol modelmiş, Güler Sabancı başarılıymış.

Şimdi bak bakalım Fatma Şahin, iş dünyasının bu kadar ağır şartlarında Angelina Jolie mi, Güler Sabancı mı yoksa Türk kadını mı daha güçlü ve başarılı.

Bak ama bak. Laf etme öyle bak.

Yok ben artistlere bakarım diyorsan, o zaman sanata, sinemaya, tiyatroya yatırım yap da bizden ne Angelina Jolie ler çıkıyor bir bak. Böylelikle elalemin ertizini! getirmek için ne olduğu belli olmayan yardım kuruluşuna yardım yapmanıza gerek kalmaz.

Ben Güler Sabancı'ya bakarım diyorsan, o zaman soyguna, vurguna, tüketime endeksli ekonomiyi bırak, yatırım yap, sonra da bir bak bakalım ne Güler Sabancılar çıkıyor.

Laf olsun diye artistlerle falan öyle göz boyama. Güler Sabancı'yla milleti kandırma.

Sen icraata bak.

14.10.2008

6 Ekim 2008 Pazartesi

YETER

17 şehit verdik yine.

Bütün Türkiye ayakta. Yüreği yanan da, isyan eden de, "ister istemez " yurtdışı programını yarıda kesip gelen Tayyip de, şehit haberlerinden nemalanmaya çalışan Devlet Bahçeli de.

Başladılar yine nutuk atmaya, hamaset parçalamaya. Tespit yapıp teşhis koymaya. Şehitler ölmez vatan bölünmez, milli seferberlik başlasın, bütün partiler terörü kınasın, sağduyulu olalım. Yok Barzani yok Amerika.

Bütün bunları niye anlatıyorsunuz? Bırakın artık ahkâm kesmeyi, milletin acısını körükleyip pay toplamayı. Leş kargası mısınız siz?

Millet neyin ne olduğunu sizden daha iyi biliyor. 25 yıldır her Allah'ın günü aynı acıyı yaşadı, aynı nutukları dinledi çünkü.

Çözüm nedir onu söyleyin, ve hatta söylemeyin yapın. Yapacak gücünüz yoksa da milletin
canına musallat olduğunuz yeter. Defolun gidin.

YETER Artık YETER

Gerçi siz yeteri bilir misiniz? Sizin oralarda olmaz pek. O, hem köylü, taşralı diye horladığınız, küçük gördüğünüz, banal bulduğunuz kadının ismidir; hem de gariban Yeterin çocuğunu şehit ettirenlere isyanın adıdır.

Toplu şehit verilince az buçuk tanır gibi oluyorsunuz. Oysaki Yeterlerin çocukları hergün birer ikişer şehit oluyor. Ama siz 3 gün sonra yine horlamaya, küçük görmeye, duymazdan gelmeye devam ediyorsunuz.

Bildiniz mi şimdi?

Benim de saçmalayasım tuttu.

Biri, akılsızlar ve hainler gürûhu olarak çökmüş devletin tepesine, her kademesine 6 yıldır, nerdeyse milletin koynundan karısını bile alıp satacak; ki, Milli Güvenlik Kurulu'nun içini boşaltıp etkisiz hale getirerek yaptığı tam da budur,

diğeri, hasat yapmak için pespaye bir şekilde ona kol kanat ötesi destek olacak;

bir diğeri hep konuşacak ve konuşmayı marifet sayacak.

Ben de kime konuşuyorsam?

Vay anam vay.

06.09.2008

28 Eylül 2008 Pazar

GAF İSTİFASI MI, O DA NE?

"Yersiz, beceriksiz, zamansız söz veya davranış" tanımlamasını yapıyor Türk Dil Kurumu gaf için. Zaman zaman hepimiz yaparız yapmasına da, siyasilerin yapması bir tuhaf oluyor. Hani devletin ağır işlerinden, uykusuzluktan, hesaptan kitaptan beyin yorgun düşer de kırk yılın başında yanlış bir söz çıkabilir insanın ağzından. Sonuçta siyasetçiler de insan di mi?

Peki, kabul.

Çoğuna güldük geçtik. Azına alındık, böyle laf mı edilir dedik. Dedik ama bunun siyasi bir beceriksizlik olduğunu farkedememiş olacağız ki, hâlâ bu siyasetçileri siyasete geri döndürmekle meşguluz.

Şöyle kısa bir hatırlayalım isterseniz bizleri kimler yönetmiş.

Allah selamet versin Tansu Çiller nerdeyse bu konuda profesör olacaktı. Bakalım neler demiş:

Cenab-ı Allah'ı size emanet ediyorum.

Bir afet sonrasında : "Ölü kaybı olmamıştır."

Mübarek kurban şeker bayramınız kutlu olsun. ( Tayyip duymasın bu arada)

Mesut Yılmaz istikrarsızdır demeye çalışırken; "Mesut Yılmaz iktidarsızdır."

Boğazlıyan Kaymakamına " Boğazlanan kaymakam"

Samsunlulara "Merhaba Antalya"

Sivas'ta yaptığı miting konuşmasında Sivas'ı kastederek: "Bu bacınız sizi il yapsın mııııı ?

Postacıları selamlarken diyor : " Merhaba asker"

Dedik ya profesör olur diye, o yüzden bitiremeyiz Tansu Çiller'in gaflarını. Neresi il, neresi ilçe, hangi kaymakam boğazlanmış, bayram şeker mi, kurban mı, kim istikralı ya da değil bunları dahi söyleyemeyen Tansu Çiller yazık ki bu ülkede başbakanlık yaptı. Epey bir süredir de geri getirmek için çabalıyorlar.

Süleyman Demirel neler demiş:

Bana sağcılar adam öldürüyor dedirtemezsiniz.

Biz kışın Bulgaristan'dan doğal gaz alıyoruz, yazın onlar veriyor.

Ecevit'e oy vermeyin, oy verince de bana gelmeyin.

Yazık ki, Süleyman Demirel'in geri gelemeyecek kadar yaşı ilerledi. Ama olsun biz her halinden istifade etmeyi biliriz, hiç yoksa gider akıl danışırız. Çünkü, "Yaşlılar yapabilse, gençler düşünebilse" lafını çok severiz.

Belki çok vardır ama, aradım taradım sadece iki tane buldum Deniz Baykal gafı:

"Füzelerle savaş kazanabilirsiniz, ama füzelerin üzerine oturamazsınız."

Bir de, Amasya hiç düşman işgaline uğramamıştı, dolayısıyla kurtuluş günü yoktu. Ama Deniz Baykal Amasya Valiliği'ne tebrik mesajı gönderdi.

Bu arada gaf yapmamak için iktidar olmuyor olabilir mi acaba?

Kimisine güldük, hatta bazıları siyasi fıkra niteliğini aldı, kimisine kızdık. Yersizdi, beceriksizlikti, yetersizlikti.

Ama ya aşağıdakiler. Onları gaf diye nitelendirmek gafın dik âlâsı olmaz mı?

Ben ülkemi pazarlamakla mükellefim.

Askerlik yan gelip yatma yeri değildir.

Sayın Öcalan.

Babalar gibi satarım.

Ne olacak bizim partiye de bomba atıyorlar. (cumhuriyet gazetesi bombalaması için)

Toprak satılıyorsa, alıp götürmüyorlar ya.

Anayasayı sarhoşlar hazırladı.

Her 10 Kasımda yaygara koparılıyor.

Yolumuzun üzerine bir inek oturmuş. Yolumuzu kapatıyor, menzilimize ulaşmamızı engelliyor. İneği yolumuzdan önce lafla usul usul, sonra evvel Allah sizlerin yardımıyla artık nasıl olursa, nasıl denk gelirse kaldıracağız.

Kasıtlı, bir de üstelik kötü niyetin göstergesi olan bu sözleri bana gaf diye yutturmak isteyenin alnını karışlarım ben.

Bu arada Japonya Ulaştırma Bakanı, 4 gün önce göreve gelmesine rağmen, yaptığı gaflar nedeniyle istifa etti.

Anlayana başka da söz söylenmez ki.

28.09.2008

18 Eylül 2008 Perşembe

BAKKAL

Benim huylarımdan biri de kelimelere takıntılı olmam. Zira kelimeler düşünceyi yansıtır, hayatı yansıtır. Ben mümkün mertebe kullandığım kelimelere dikkat ederim bu sebeple. Tabii, insanların kullandıklarına da.

Uzun zamandır takıntılı olduğum fakat hakkında yazmanın bugüne kısmet olduğu ve hiç de hoşuma gitmeyen bir söz var.

Bakkal ve hemen arkasından gelen çakkal.

Takıntım bakkalın arkasından çakkalın kullanılması. O kadar çok düşündüm ki aralarında benim bilmediğim gizli bir bağ mı var mı diye? Düşündüm, düşündüm bulamadım.

Biri, ihtiyaçlarımızı paramız olmadığı anlarda bile karşılayan, evimizin anahtarını teslim ettiğimiz, postacımız, abimiz, amcamız, göz kulak olanımız;

Diğeriyse, leşlerle beslenen, aslan ya da kaplanın arkasından giderek onların ardından kalanları yiyen, pis kokan bir hayvan.

Hâl böyle olunca iki kelime arasında kafiyeden başka, ne duygusal, ne organik, ne inorganik, ne maddi ne manevi bir bağ bulamadım.

Olamazdı da zaten.

Peki, ikisi arasında dünyalar kadar fark varken, neden kullanılır bakkalın arkasından çakkal?Bakkalı çakkalı, bakkalından çakkalına kadar, bakkala çakkala.

Sizi bilmem ama, bu durum bana bakkallara hakaret gibi geliyor. Bakkallık mesleğini, bakkalık yaparak alnının teriyle evine ekmek götüren insanları küçümsemek gibi geliyor. Sanki bakkalık önemsiz ve hatta aslında ayıp, bakkallar bayağı insanlarmış gibi bir anlam çıkıyor ortaya. Bir kelimenin önüne ya da arkasına olumsuzluk eki geldiğinde kelime nasıl anlam değiştiriyorsa, bunda da aynı anlam değişikliği oluyor.

Ve inanın ortaya çıkan bu anlam benim zoruma gidiyor. Marketlerin hiperi, süperi, minisi, midisi ve tabii kredi kartları ortaya çıkana kadar, bütün mahalleye yeten, nerdeyse bütün mahalleye veresiye veren bakkal amcalarımıza, abilerimize haksızlık ediyoruz, hakaret ediyoruz bilmeden farkında olmadan.

Ve üstelik, bizim market ihanetimize ve çakkal nankörlüğümüze rağmen bile hâlâ yeri geldiğinde tereddütsüz başvurduğumuz bakkalllarımız bize kapılarını kapatmıyor. Kredi kartlarının limitleri dolduğunda ve eve ekmek, çocuğa süt lazım olduğunda çaldığımız kapımız bakkalları, bu ihanet ve farkındasızlıkla zaten çok şükür bitirdik. Sayısız bakkal kepenk kapatırken, kapatmaya yüz tutmuşken bari gönüllerini hoş edelim de vazgeçelim şu çakkal kelimesini kullanmaktan.

Şimdi vicdanlarınızda tekrar muhasebe edin.

Bakkalı ve çakkalı.

18.09.2008

14 Eylül 2008 Pazar

HESAP DÖNDÜĞÜNDE HANGİ ŞARKI SÖYLENİR ?

Tayyip Erdoğan'la Aydın Doğan arasında yaşananları kulağımın ucuyla dinleyip gözümün ucuyla izliyorum. Zira zamanında kulağımı yalan ve sahte şeylerle doldurmaya çalıştıkları için, bu tür konular gündeme geldiğinde kulaklarım % 99.9 işitme kaybına uğruyor. Gördüklerimin de yine %99.9 u retina tabakasına ulaşmıyor. Yazmak için ulaşan kısım ile hafızamdaki bilgiler fazlasıyla yetiyor da artıyor bile.

Günlerdir ortalık biri er- doğan öbürü sadece doğan olan iki doğan- ın mahalle kavgasından bile daha ucuz ve çirkin söz düellosuna tanıklık ediyor.

Oysaki bir zamanlar ne de güzel anlaşıyorlardı.

Sadece doğan, bütün gazete ve televizyonlarıyla ülkenin sorunları yokmuş gibi davranmıştı.

Cümbür cemaat magazinsel boyutuyla haber! seyrettirip, okutturmuşlardı.

Herşey yolundaymışçasına sahte tablolar çizmişlerdi.

Bırak, olduğu gibi kalsın ve devam etsin diye, seçim zamanı her partiye adalet- li davranmışlardı.

Birer yıl arayla Türkiye'nin Doğu ve Güneydoğu'sunu yok sayıp, oraları Kürdistan topraklarıymış gibi gösteren oyun ve spor eki dağıtmışlardı.

Bir iki ismin dışında, topumuz arkandayız cinsinden ne de güzel yazıp çizmişlerdi.

Öylesine güzeldi ki, cehenneme dönen vatanım cennet gibiydi.

Ülkede ekonomik istikrar vardı, enflasyon,yolsuzluk yoktu, sıcak para denilen soygun kazığını sokup sokup çıkarmıyorlardı. Varlıklarımız satılmıyordu. Şehit haberleriyle hergün bir ocak sönmüyordu. İşçi, memur çalışanıyla emeklisiyle Haitilerde tatil yapıyordu.

Tablo buydu ve bozmamak için elinden geleni fazlasıyla yapmıştı sadece doğan. Er olan doğan da hem er ! di hem adaletli !. Hem er hem adil olunca fazlasıyla vermişti karşılığını. Beraber yürüdük biz bu yollarda'yı söylüyorlardı hep bir ağızdan ta ki hesaplar dönene kadar.

Allah'ın işine bak ki, hesap bir dönüverdi, vatanı milleti satan, soyup soğana çeviren er-doğanla, onu habire pohpohlayan sadece doğan, kandırmaya çalıştıkları milletin önünde birbirine düştü.

Hal böyle olunca olunca, 17.04.2007 tarihli Çık Aradan Ankara başlıklı yazımı hatırladım. Sormuşum orda medya denilen sahte gösterimcilere;

"Türk halkının hakkı mı daha büyük, yoksa sizi de yutacak olan tek dişi kalmış canavar mı? diye.

Heralde canavarın pençesini hissetmiş olacaklar ki, ki burda karşılıklı pençeleşmişlerdir;

Biliyorsun bir zamanlar seni ne çok seviyordum, kederinle üzülüyor, sevincinle gülüyordum.
Göz göze gelmek istemem deniz fenerimi kararttın, yüzünü görmek istemem istedim vermedin, seninle gülmek istemem.

şarkısını birbirlerine karşılıklı söyleyip duruyorlardır.

Bu, hafif kaldı.

Aslında söyledikleri tam da şu;

Allah belânı versin
Allah seni kahretsin
Bana gelen sana gelsin
Hayatımı sen mahfettin
Acımadın neler çektim
Kader seni de kör etsin.

14.09.2008

7 Eylül 2008 Pazar

HEM ERİVAN HEM ŞEREF TRİBÜNÜ

Bu nasıl bir oyundur ki böyle, traji-komedi, dram, komedi ve trajedi içermektedir. Bu nasıl bir oyundur ki, aynı sahne kimilerine komik, kimilerine trajik, kimilerine traji-komik, kimilerine ise dramatik gelebilmektedir.

Oyun aslında bir dramdır. Ve öylesine bir dramdır ki içler acısıdır. Yalancıların, iftiracıların, zorbaların sistematik bir biçimde, perde perde sefil, mazlum ve kurban; asıl mazlum ve kurbanların ise caniye dönüştürüldüğü bir oyundur. İnsanı isyan ettiren, yüreğini kor eden bir oyundur aslında.

Evet, uluslararası senaryo edilen ve muhteşem bir şekilde sergilenen "Mazlum Ermeni Cani Türk" trajedisi gişe rekorları kırıyor.

Trajedilerde amaç; kişilere korku, heyecan ve acındırma telkinleriyle ders vermektir ve genellikle 5 perdedir. Ama dedik ya oyun aslında bir dramdır diye. İşte bu sebeple 5 perdeyle sonlanmıyor, habire yenileri ekleniyor.

Ama korkarım ki bu oyunun son perdesini görmeye fazla zaman kalmadı.

İlk perde Abdullah Gül'ün Dışişleri Bakanlığı döneminde yaptığı anlaşmayla açıldı.

Sonrasındaysa,

Sınır ticaretinde Ermeniler lehine düzenleme yapıldı.

Ali Babacan'ın New York'ta verdiği resepsiyona Ermenistan'ın Birleşmiş Milletler daimi temsilcisi Armen Martirosyan davet edildi.

Van'daki Akdamar Kilisesi onarıldı.

Abdullah Gül Ani'yi ziyaret etti.

Erivan Antalya uçak seferi düzenlendi.

Bu haberi Ermeni basını " Türkiye tarafından Ermenistan'a verilen yeni ödün" diye duyurdu.

Orhan Pamuk Nobel ödülü aldı.

Türk Tarih Kurumu Başkanı Yusuf Halacoğlu görevden alındı.

Türkiye-Ermenistan maçı, 2-0 Türkiye lehine sonlandı.

Abdullah Gül maçı Erivan'ın şeref tribününde izledi.

Maç dönüşü yaptığı açıklamada;

" Sözde soykırım lafı ağızlara alınmadı, ima bile edilmedi." dedi.

Oyunun uluslararası senaristleri, yapılan işlere bakıp iyi korku vermişiz, ders alıyorlar diyerek, iyi bir trajedi yazmış olmanın mutluluğuyla; Gül'ün senaryo gereği oynadığı rolle, rolünü inkar eden açıklamasına eminim gül-üp geçiyorlardır.

Bizim açımızdan ise bu dramla ilgili bir şeyler yazmak hem dramatiktir hem de traji komiktir. Dram, malûmunuz da, traji komiği hatırlatmak icabederse; üzülünecek kadar komik şeydir.

Zira bu, hem Erivan'dır hem şeref tribünüdür. Soykırım lafı ima bile edilmedi açıklamasıdır.

Aslına bakarsanız Türkiye'nin 2 gol atması da komiktir.


07.09.2008

2 Eylül 2008 Salı

ŞABAN DİŞLİ ! ÇARKIN SADECE BİR DİŞİ

"Devletin malı deniz, yemeyen domuz."

"Bal tutan parmağını yalar."

Bu iki sözü kendine ilke edinenler yetmezmiş gibi, bir de Turgut Özal'ın atasözü gibi yerleşen şu meşhur;

"Benim memurum işini bilir."

lakırdısı da lügatımıza ekleniverdi 80 li yılların başında.

Diğer iki sözü emir telakki edip gereğini yapanlar kervanına, memurları da beklerizdi bu.

Bir yanda devletin malı çoktu yenmese olur muydu, diğer yanda adam iş yapıyordu, ama varsın olsun parmağa yapışan balı yalamasa, bal banyosu yapsa bile nolurdu, öbür tarafta geçimini zor sağlayan memur, istemem yan cebim burda dese kıyamet mi kopardı?

Haram yemek isteyenle haram yiyene seyirci kalmak isteyenlerin vicdanlarına yerleşince bu kılıf, çalınan minareler o kadar arttı ki, sırf bu yüzden müslümanlık bitti desek yalan olmaz hani.

Hâl böyle olunca çarkın dişlileri arasına girme yarışı da hızlandı doğal olarak. Birbirine bağlı devasa çarklarla, büyük, orta ve küçük ölçekli çarklar ve bunların irili ufaklı dişleriyle oluşan bir düzende, farketmezdi nereyi, neyi, ne kadar, kimlerin dişlediği? Vicdanlar rahattı nasılsa?

Nasıl olsa hesap soran yok. Dişlediğini geri isteyen yok.

Hele bir de milletvekiliysen dokunulmazlık zırhına da bürünmüşsündür ki, dişle dişleyebildiğin kadar.

Sonra istifa ettirilirsin partiden, millet de aferin be ne haysiyetli adammış der. Parti de sen de haysiyetli olursunuz, olur biter. Zaten söylenenler de iftiradır.

Oysa ki göstermeliktir hepsi. Sen aslında çarktan istifa etmemişsindir, dişlemeye devam edersin geriden geriden.

Ama millet % 46 !? oy vermişse de diyor ki;

Bu haysiyet, öyle bir dişi feda ediyor gibi gözükmeyle kazanılmaz.
Yeri geldi mi % 46' lık millet iradesinin önüne geçilmez diye nutuk atmakla da olmaz. Gücün yetiyorken, harıl harıl istediğin yasayı çıkarabiliyorken, kaldırmak istiyor musun şahsi suçlarla ilgili milletvekili dokunulmazlıklarını? Domuz, bal, iş bilme ve benzeri düşünceleri vicdanlardan kazıyıp atmak gibi bir niyette ve emelde misin? Ben işte o zaman haysiyet derim ona.

Ben de milletimin duygu ve düşüncelerine katılarak ve ekleyerek diyorum ki;

Bunlar olmadıktan sonra, bir diş olmuş olmamış ne yazar? Haram yemeye alışan mide için farketmez. Ve hatta daha iyi bile olabilir diş eksilmesi,

Lokmalar tüm tüm yutulur!

02.09.2008

30 Ağustos 2008 Cumartesi

RAMAZAN HOŞ GELİR DE, HOŞ GİDER Mİ?

On bir ayın sultanı bu yıl da geldi. Bu yıl ve ebediyete akıp giden bütün zamanlar boyunca da gelmeye devam edecek. Bizler de ömürümüzün yettiği kadarıyla göreceğiz. Her zamanki gibi bolluk, bereket getirip; dayanışma, sevgi, yardımlaşma ruhumuzu terbiye edip gidecek.

Hoşgelir, sefalar getirir.

Ama bir şey var ki bende, onun gelişiyle yaşayacağım sevincim, heyacanım her defasında yarım kalır. Yarım kalması bir yana bir de kendimi düşünceler ve üzüntüler yumağı içinde bulurum.

Yiyecek reklamları gelir aklıma...

Sonra kuş sütü eksik süslü iftar sofraları...

Sonra büyük büyük esnafların ramazan darbesi...

Sonra kadın programlarının kadın sunucularının ramazana özel giyinmeleri...

Programların, reklamların ramazan istismarı...

Bütün bir yıl boyunca çalınıp çırpılan milletin malı... ,

Din istismarı...

Milletin parasıyla yazın sıcağında dağıtılan kömürler...

Soygunculuk, köşe dönme yarışları, dedikokodu furyası, kimin eli kimin cebinde belli olmayan namussuzluk örnekleri...

Ve daha neler gelir aklıma, saymakla bitmeyecek kadar çok çünkü.

Bütün bir yıl hem özelde hem genelde yenmedik halt kalmaya yarışının egemen olduğu bir zihniyet ve müslüman bir ülke...

Nasıl olsa her sene geliyor sultan.

Nasıl olsa affettirmenin bir yolu var.

Olacak iş değil. Böyle bir zihniyet olmaz, olamaz, olmamalı.

İşte bu sebepledir ki, her gelişinde düşünürüm, düşündükçe de üzülürüm.

Sonra bütün benliğimle ramazandan utanırım.

Bu utançtan olsa gerek benim de aklıma ramazana özel olmayacak bir iş geldi ama söylesem mi söylemesem mi bilemiyorum. Neyse ben söyleyeyim de, gerisi onlara kalmış. Akıl vermek gibi olmasın ama,

"Yaz sıcağında kömür dağıtıyorsunuz, tamam ama, bundan sonra sultan yazları geleceği için, kışın soğunda da sıcaklar için buz dağıtılsa fena olmaz hani. Millet soğudukça daha iyi dua etse, siz de unuttursanız böylelikle yaptıklarınızı."

Di mi ama?

Benden söylemesi.

30.08.2008

25 Ağustos 2008 Pazartesi

HAVADAN SUDAN

İki kişinin sohbetine üçüncü bir kişi katıldığında sorduğu ilk soru;

"Ne konuşuyorsunuz?" olur genelde.

Genelde verilen cevap ise;

"Hiç, havadan sudan işte" dir.

"Öylesine laflıyoruz, konuştuklarımız önemli şeyler değil." denmek istenir.

Bu sözü aslında hepimiz kullanıyoruz hem de hiç düşünmeden hoyratça. Önemsizliği, hiçliği, öylesineliği anlatacak başka kelimeler yokmuşçasına. Ne kadar da kolay çıkıyor ağzımızdan öyle "havadan sudan"

Bize sınırsızca bahşedilen yaşam kaynaklarımızın hem gerçek kullanımında hem de sözel kullanımında ne kadar sorumsuzca davranıyoruz. Aldığımız her nefes, içtiğimiz her damla su paha biçilmez bir nimetken.

Oysaki şöyle adamakıllı oturup düşündüğümüzde, hava ve suyun bize hesapsızca üstelik de bedava verilen yaşam kaynaklarımız olduğunu görürüz.

Beyine sadece 5 dakika oksijen gitmediğinde ölümün bizi yakalayacağını, bir yudum su için bir tas elması vereceğimizi aklımıza getirirsek eğer, hava ve suyun hiç de önemsiz olmadığını kavrayabiliriz aslında.

Düşünsenize, bir insanın günde ortalama 23 bin kez nefes aldığını ve aldığı her nefes karşılığında ücret ödemek zorunda olduğunu ve bu nefesi birilerinin elinde tuttuğunu.

Sizce ne kadar servet eder? Buna güç yetebilir mi? Birilerine bağımlı nefes alıyor olmak ne kadar dehşet verici? Yaşam kaynağınızın can sıkıldığında kesilebileceğini tahayyül etmek bile kabus gibi değil mi?

Dünyayı yavaş yavaş küresel ısınma kuşatmaya başlamışken, kuraklıklar her geçen gün artıyorken, su kaynakları tükenmeye başlamışken ve ilerleyen zamanlarda su savaşlarının çıkma ihtimali yükseliyorken, içtiğimiz ve de günlük yaşamda sorumsuzca kullandığımız suya bari sözel hakaret etmeyelim.

Ve yine aynı şekilde, delinen ozon tabakasının gittikçe büyüdüğünü, dünyanın dört bir yanındaki savaşlarda patlayan bombalardan, yıkılan binaların tozundan nefes alınamadığını bütün benliğimizde hissedip saçmayalım havaya havayı.

Bütün bu artışlar hızla devam edip, birgün havasızlığı ve susuzluğu yaşamaya başladığımızda utanmamak için bence hep havadan sudan konuşulmalı aslında.

25.08.2008

18 Ağustos 2008 Pazartesi

HİCİV

Siyasetle başlayalım;

MHP parti kapatılmasına karşı

Başbakandan memura %8

Baykal'dan Şaban Dişli'ye isyan

Şehit Anneleri Derneği'nden Başbakan'a 3 kuruşluk dava


Geçelim yaşama;

Ramazan vurgunu

Arsenik tartışması

Sevgiliye seks görüntülü şantaj

Kilis'te çöken düğün salonu


Ordan gidelim ekonomi - iş dünyasına;

İşsizlik arttı

Altın almanın tam zamanı

Sanko iki fabrika kapattı

De Beers Türkiye'de pırlanta piyasısına girdi.


Döndük yeniden güncele;

Altınözü'nde 144 kg. eroin ele geçirildi

Krom ocağında bir ocak daha söndü

Karakol yakınında 40 kg. bomba

Futbol kavgası kanlı bitti.

Yazı yazmaya başladığımda kendime kendime diyorum ki; " Bu sefer, hicivsiz, mizahsız, akıllı, edepli, şöyle usturuplu bir yazı yaz ."
Ne mümkün, bu yaştan sonra kara mizah ya da hiciv ustası olacakmışım gibi ben de bir heves bir heves. Ama ne gelir elden yukardaki gibi haber başlıkları olursa. Arıyorum, tarıyorum, bulamıyorum. Bilime bakıyorum yok, sanata bakıyorum yok, spora bakıyorum hakeza, araştırma öff süper. Eğitim desen muhteşem.

Sonra diyorum ki Demirel Baba gibi " Güzel bir şey vardı da biz mi yazmadık?"

Yazarım elbette, yeter ki güzel olsun, insanın içini açsın.

İşte bir tane bilim adına.

Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı İzzet Er; "İbadetin vipi olmaz. Diyanet camisi vip değil ama ilk olacak.Yapımı 15 milyon dolara malolacak" demiş.

Gel de hicvetme şimdi

İbadetin vipi olmaz da, 15 milyon dolarlık camisi mi olur ?

17.08.2008